Mont Hangi Programa Atılır? Dijital Düzenin Sessiz Sorgusu
Kışın gelişiyle birlikte dolaplardan çıkarılan montlar, aslında yalnızca soğuğa karşı koruyan giysiler değil; insanın düzen, aidiyet ve kimlik arayışının da bir parçası. Fakat dijital çağda bu basit soru — “Mont hangi programa atılır?” — göründüğü kadar basit değil. Çünkü artık her şey bir “programa” dahil ediliyor: İnsan davranışları, sosyal ilişkiler, duygular, hatta kıyafetler bile. Bu yazıda, hem kişisel hem de toplumsal bir sorgu üzerinden, bu “programlama” anlayışını eleştirel biçimde tartışmak istiyorum.
Kişisel Bir Gözle Başlayalım: Basit Bir Soru, Karmaşık Bir Düşünce
Geçen hafta, evde çamaşırları ayırırken kendimi şu cümleyi söylerken buldum: “Mont hangi programa atılır?” Görünürde sıradan bir soru. Ama ardından fark ettim ki, neredeyse her şeyin bir “programı” var: hayatın, işin, ilişkilerin, düşüncelerin. Her şey bir kategoriye, bir sisteme, bir algoritmaya oturtulmaya çalışılıyor. Sanki spontane olmak, deneme-yanılma yoluyla öğrenmek, artık bir hata sayılıyor.
Montun yıkanma talimatı gibi, insanlar da “nasıl davranılacağını”, “hangi durumda hangi tepki verileceğini” öğreniyor. Belki de asıl sorumuz şu olmalı: Biz hangi programa atıldık?
Erkekler: Stratejik, Mantıklı, Çözüm Odaklı Yaklaşım
Bu konuyu forum ortamında tartışırken fark ettiğim bir şey var: Erkeklerin çoğu, bu tür soruları hemen teknik açıdan ele alıyor. “Elde yıkanmazsa hassas programa atılır.” “Montun etiketi ne diyor, ona göre hareket et.” Onlar için mesele, çözüm üretmek. Hatalı sonuç alındığında sorumluluk nettir: yanlış program seçilmiştir.
Bu mantıklı, stratejik tutum aslında hayatın birçok alanında da kendini gösteriyor. Erkekler genellikle “programı doğru ayarlayarak” hatasız bir sonuç elde etmeye çalışır. Bu, kontrolün sembolüdür. Ancak sorun şurada: Hayatın kendisi, çamaşır makinesi gibi çalışmaz. İnsan duyguları, ilişkiler veya değerler — bunlar ölçülemez, ayarlanamaz, önceden belirlenmiş parametrelere sığmaz.
O zaman erkeklerin bu “programlama tutkusu”, aslında bir tür güven arayışı mıdır? Yoksa kontrolsüzlüğe karşı geliştirilmiş bir savunma mekanizması mı?
Kadınlar: Empatik, İlişkisel, Deneyime Dayalı Yaklaşım
Kadınlar ise bu soruya bambaşka bir pencereden bakıyor. “Montu makineye atma, dokusu bozulur.” “Ben geçen sene elde yıkamıştım, daha iyi olmuştu.” Onların yaklaşımı teknik değil, deneyimsel. Duygusal bir sezgiyle hareket ederler. Mont, onlar için bir nesne değil, bir hatıradır; onun dokusuna, rengine, hikâyesine dokunurlar.
Bu fark, aslında toplumsal rollerin ötesinde bir algı farklılığına işaret ediyor. Kadınlar genellikle “ilişki kurarak” düşünür: montla, makineyle, hatta sonuçla bile. Onlar için süreç önemlidir. Erkekler içinse sonuç.
Peki sizce, hangisi daha doğru? Hayatı bir “doğru program”la mı yönetmeliyiz, yoksa duygularımızın “yanlış” dediği yerde yeni bir deneyim mi aramalıyız?
Toplumsal Bir Eleştiri: Her Şey Programlanabilir mi?
Modern toplum, bizi sürekli programlara yönlendiriyor: “Başarı programı”, “fitness rutini”, “kişisel gelişim planı”. Her şeyin bir algoritması var. Hatta ilişkiler bile artık programlı — mesaj sıklığı, emoji kullanımı, arama süresi… Bu kadar sistematik bir dünyada spontane olmak neredeyse aykırı bir davranış sayılıyor.
Mont hangi programa atılır sorusu, aslında bir sembol. Bizden istenen, duygularımızı, sezgilerimizi, hatta hatalarımızı bile “doğru programa” dahil etmek. Oysa insan olmanın özü hata yapabilmek, yanlış programı seçip sonra gülerek yeniden denemektir.
Gerçekten de şu soruyu sormak gerekmez mi: Eğer her şeyin bir programı varsa, özgürlük nerede başlar?
Forumun Nabzı: Sizce Ne Olmalı?
Burada hepimiz farklı hayat deneyimlerine sahibiz. Kimimiz makine kullanmadan önce etiketi okur, kimimiz sezgilerine güvenir. Ama asıl mesele, montun nasıl yıkanacağı değil — bizim hangi düşünce biçimini benimsediğimiz.
Bu yüzden tartışmaya açık birkaç soru bırakmak istiyorum:
- Sizce, “doğru program” diye bir şey var mı, yoksa her şey kişisel deneyime mi bağlı?
- Erkeklerin çözüm odaklılığı mı, yoksa kadınların empatik yaklaşımı mı daha işlevsel?
- Hayatta da tıpkı bir mont gibi, yanlış programa atıldığımızda geri dönüş mümkün mü?
- Ve en önemlisi, biz hangi “programın” içinde yaşadığımızı fark ediyor muyuz?
Sonuç: Programın Ötesine Geçebilmek
Mont hangi programa atılır sorusu, yüzeyde ev içi bir detay gibi görünse de, derinlerde insanın kendine yönelttiği varoluşsal bir sorudur. Çünkü aslında hepimiz, görünmez sistemlerin içinde hareket ediyoruz — sosyal normlar, cinsiyet rolleri, kültürel beklentiler…
Belki de artık montun hangi programa atılacağını değil, hangi programların bizi şekillendirdiğini sorgulama zamanı. Çünkü hayat, bir “ekonomi” veya “verimlilik” meselesi değil; hissetme, bağ kurma ve bazen yanlış programda bile doğru insan olabilme meselesi.
Ve belki de cevabı şu kadar basit: Montu değil, zihnimizi yıkamak gerekiyor.
Kışın gelişiyle birlikte dolaplardan çıkarılan montlar, aslında yalnızca soğuğa karşı koruyan giysiler değil; insanın düzen, aidiyet ve kimlik arayışının da bir parçası. Fakat dijital çağda bu basit soru — “Mont hangi programa atılır?” — göründüğü kadar basit değil. Çünkü artık her şey bir “programa” dahil ediliyor: İnsan davranışları, sosyal ilişkiler, duygular, hatta kıyafetler bile. Bu yazıda, hem kişisel hem de toplumsal bir sorgu üzerinden, bu “programlama” anlayışını eleştirel biçimde tartışmak istiyorum.
Kişisel Bir Gözle Başlayalım: Basit Bir Soru, Karmaşık Bir Düşünce
Geçen hafta, evde çamaşırları ayırırken kendimi şu cümleyi söylerken buldum: “Mont hangi programa atılır?” Görünürde sıradan bir soru. Ama ardından fark ettim ki, neredeyse her şeyin bir “programı” var: hayatın, işin, ilişkilerin, düşüncelerin. Her şey bir kategoriye, bir sisteme, bir algoritmaya oturtulmaya çalışılıyor. Sanki spontane olmak, deneme-yanılma yoluyla öğrenmek, artık bir hata sayılıyor.
Montun yıkanma talimatı gibi, insanlar da “nasıl davranılacağını”, “hangi durumda hangi tepki verileceğini” öğreniyor. Belki de asıl sorumuz şu olmalı: Biz hangi programa atıldık?
Erkekler: Stratejik, Mantıklı, Çözüm Odaklı Yaklaşım
Bu konuyu forum ortamında tartışırken fark ettiğim bir şey var: Erkeklerin çoğu, bu tür soruları hemen teknik açıdan ele alıyor. “Elde yıkanmazsa hassas programa atılır.” “Montun etiketi ne diyor, ona göre hareket et.” Onlar için mesele, çözüm üretmek. Hatalı sonuç alındığında sorumluluk nettir: yanlış program seçilmiştir.
Bu mantıklı, stratejik tutum aslında hayatın birçok alanında da kendini gösteriyor. Erkekler genellikle “programı doğru ayarlayarak” hatasız bir sonuç elde etmeye çalışır. Bu, kontrolün sembolüdür. Ancak sorun şurada: Hayatın kendisi, çamaşır makinesi gibi çalışmaz. İnsan duyguları, ilişkiler veya değerler — bunlar ölçülemez, ayarlanamaz, önceden belirlenmiş parametrelere sığmaz.
O zaman erkeklerin bu “programlama tutkusu”, aslında bir tür güven arayışı mıdır? Yoksa kontrolsüzlüğe karşı geliştirilmiş bir savunma mekanizması mı?
Kadınlar: Empatik, İlişkisel, Deneyime Dayalı Yaklaşım
Kadınlar ise bu soruya bambaşka bir pencereden bakıyor. “Montu makineye atma, dokusu bozulur.” “Ben geçen sene elde yıkamıştım, daha iyi olmuştu.” Onların yaklaşımı teknik değil, deneyimsel. Duygusal bir sezgiyle hareket ederler. Mont, onlar için bir nesne değil, bir hatıradır; onun dokusuna, rengine, hikâyesine dokunurlar.
Bu fark, aslında toplumsal rollerin ötesinde bir algı farklılığına işaret ediyor. Kadınlar genellikle “ilişki kurarak” düşünür: montla, makineyle, hatta sonuçla bile. Onlar için süreç önemlidir. Erkekler içinse sonuç.
Peki sizce, hangisi daha doğru? Hayatı bir “doğru program”la mı yönetmeliyiz, yoksa duygularımızın “yanlış” dediği yerde yeni bir deneyim mi aramalıyız?
Toplumsal Bir Eleştiri: Her Şey Programlanabilir mi?
Modern toplum, bizi sürekli programlara yönlendiriyor: “Başarı programı”, “fitness rutini”, “kişisel gelişim planı”. Her şeyin bir algoritması var. Hatta ilişkiler bile artık programlı — mesaj sıklığı, emoji kullanımı, arama süresi… Bu kadar sistematik bir dünyada spontane olmak neredeyse aykırı bir davranış sayılıyor.
Mont hangi programa atılır sorusu, aslında bir sembol. Bizden istenen, duygularımızı, sezgilerimizi, hatta hatalarımızı bile “doğru programa” dahil etmek. Oysa insan olmanın özü hata yapabilmek, yanlış programı seçip sonra gülerek yeniden denemektir.
Gerçekten de şu soruyu sormak gerekmez mi: Eğer her şeyin bir programı varsa, özgürlük nerede başlar?
Forumun Nabzı: Sizce Ne Olmalı?
Burada hepimiz farklı hayat deneyimlerine sahibiz. Kimimiz makine kullanmadan önce etiketi okur, kimimiz sezgilerine güvenir. Ama asıl mesele, montun nasıl yıkanacağı değil — bizim hangi düşünce biçimini benimsediğimiz.
Bu yüzden tartışmaya açık birkaç soru bırakmak istiyorum:
- Sizce, “doğru program” diye bir şey var mı, yoksa her şey kişisel deneyime mi bağlı?
- Erkeklerin çözüm odaklılığı mı, yoksa kadınların empatik yaklaşımı mı daha işlevsel?
- Hayatta da tıpkı bir mont gibi, yanlış programa atıldığımızda geri dönüş mümkün mü?
- Ve en önemlisi, biz hangi “programın” içinde yaşadığımızı fark ediyor muyuz?
Sonuç: Programın Ötesine Geçebilmek
Mont hangi programa atılır sorusu, yüzeyde ev içi bir detay gibi görünse de, derinlerde insanın kendine yönelttiği varoluşsal bir sorudur. Çünkü aslında hepimiz, görünmez sistemlerin içinde hareket ediyoruz — sosyal normlar, cinsiyet rolleri, kültürel beklentiler…
Belki de artık montun hangi programa atılacağını değil, hangi programların bizi şekillendirdiğini sorgulama zamanı. Çünkü hayat, bir “ekonomi” veya “verimlilik” meselesi değil; hissetme, bağ kurma ve bazen yanlış programda bile doğru insan olabilme meselesi.
Ve belki de cevabı şu kadar basit: Montu değil, zihnimizi yıkamak gerekiyor.