İlk medreseleri kim kurdu ?

KazmaKurek

Global Mod
Global Mod
Merhaba forumdaşlar — uzun zamandır kafamda dolanıp bir türlü toparlayamadığım bir soruyu buraya dökmek istedim. Hangi topluluk, nerede ve nasıl “ilk medrese”yi kurdu? Bu soru hem tarihî veriler açısından hem de toplumsal-duygusal açılardan oldukça çetrefilli. Burada, farklı bakış açılarını — erkeklerin daha çok veri ve belgeler üzerine kurduğu nesnel analiz ile, kadınların toplumsal, insani ve duygusal etkiler üzerinden gördüklerini varsaydığım bir çerçevede — karşılaştırarak tartışmak istiyorum.

Neden “İlk” Medrese Tartışmalı? Çeşitli Tarihsel Değerlendirmeler

Tarih kitaplarında genellikle “ilk medrese” denince akla gelen yer, 11. yüzyılda kurulmuş olan Nizamiyye medreseleridir. Örneğin 1065’te Bağdat’ta açılan Nizamiyye‑i ‘Aliyye, yaygın kabul görür. Ancak meseleye sadece bu gözle bakmak tartışmaları bırakır. Çünkü:
- “Medrese” tanımı bile zaman içinde değişti. Başlangıçta temel dini eğitim veren “mektepler” vardı; ileri düzeyde Kur’ân‑hadis, fıkıh, dil ve mantık öğreten yapılar ancak 10–11. yüzyıllarda “kurumsal medrese” olarak örgütlendi. Dolayısıyla, “ilk medrese” ifadesi «ilk kurumsal okul» demekse Nizamiyye öncesinde kurulan benzer yapıların (örneğin küçük dershaneler, hanımlar tarafından desteklenen ilmî merkezler) dikkate alınması gerekir.
- Doğu İslam coğrafyasında (Horasan, İran, Maveraünnehir gibi) kaynaklar, 9–10. yüzyıllardan itibaren “ders veren hocalar/ʿulama toplulukları”nın varlığından bahseder. Fakat bunlar yapılaşmış medrese binası sayılmaz. Hukuken ve sosyal boyutuyla “resmî medrese” statüsü kazandıklarında ise 11. yüzyıla denk gelir.

Yani “ilk medrese” kim demek, ne demek sorusuna, “ne tanımladığına bağlıdır.” Ve bu tanım farkı, farklı yaklaşımları beraberinde getiriyor.

Erkeklerin Objektif & Veri Odaklı Perspektifi

Bu bakış açısından bakarsak, tarihsel araştırmalar, arkeolojik veriler ve yazılı kaynaklar değerlidir. Bu görüşün savunucularının argümanları şöyle:
- Yazılı belgeler: “Nizamiyye’nin kurulduğu yıl”, vakıf kayıtları, halife/sultan fermanları, medreseye intikal eden vakıf malları gibi belgeler — bunlara dayanarak, “ilk planlı medrese” olarak Nizamiyye kabul edilebilir.
- Bina kalıntıları ve mimari tipoloji: İslam öncesi ya da erken dönem İslam eğitim merkezleri genellikle bireysel ya da ev tipi yapılardı. “Medrese” olarak tanımlanan yapılar ise — dershane, avlu, hücreler, misafirhane gibi belirli mimari düzen ve kurumsal işlev sunan binalardır. Bu anlamda bu özelliklere ilk sahip olanlar Nizamiyye‑tür.
- Kurumsal süreklilik: Nizamiyye’den sonra kurulan medreseler net bir zincir oluşturur; bu zincir içinde medrese kavramı standartlaşır. Dolayısıyla “ilk” dedikleri şey; medresenin kurumsal, sistematik ve örgütlü halidir.

Bu perspektifin avantajı, tartışmayı somut verilere dayandırmasıdır. Teoriye değil; el‑yazmaları, vakıf belgeleri, mimari izler gibi somut verilere bakar. Eğer “ilk medrese” derken “kurumsal, binalı, resmi okul” kastediliyorsa, bu yaklaşım en kesin sonucu verir.

Ancak bu yaklaşımın eleştirilebilecek yanları da var: Belge kalmayan, ya da mimarî iz bırakmamış “erken dönem eğitim merkezleri” göz ardı edilebilir. Bu da “ilk” kavramını daraltır — ve belki de toplumun hafızasında daha önce iz bırakmış yapıları “resmî” saymaz.

Kadınların Duygusal & Toplumsal Etki Odaklı Perspektifi

Bu bakış açısı, yalnızca belgeler ve taşlar üzerinden değil; medreselerin toplumsal etkisi, halk üzerindeki psikososyal dönüşümler ve “eğitim + kimlik + aidiyet” boyutuna odaklanır. Bu perspektife göre:
- Eğitimin toplumdaki yeri: Medrese, yalnızca akademik bilgi aktarımı değil; toplumun ortak değerlerini, ahlakını ve sosyo‑kültürel dokusunu oluşturan bir mekanizmadır. Bu bağlamda “ilk medrese”, fiziksel bina öncesi toplanılan ders halkalarından da sayılabilir — çünkü o halkalar aynı işlevi görüyor olabilir: toplumun ruhunu biçimlendirmek.
- Kadın ve toplum bilinci: “İlk medrese” sadece erkek öğrenciler için değil; o dönemde kadınların ev içinde ya da cemiyet içinde üçüncü şahıs aracılığıyla aldığı dinî / kültürel tekâmül paylaşımları; misafirlik, sohbet, ders okuma gibi örgütlü ya da yarı‑örgütlü eğitim ortamları da kapsayabilir. Böylece “ilk medrese”yi bir binadan ziyade bir “toplumsal öğrenme alanı” olarak düşünmek mümkündür.
- Aidiyet ve aidiyet hissi: Bazı bölgelerde erken dönem toplumları, resmi bir okul kurmadan da halk arasında bilgi birikimini koruyup yaymış olabilir. Bu, taş ya da vakıf kaydı bırakmasa da, adeta bir toplumsal medrese işlevi görmüş olabilir. Dolayısıyla “ilk medrese” kimliği, resmi belgeye değil — toplumsal belleğe, kolektif hafızaya dayanabilir.

Bu yaklaşım, medresenin toplumsal ve insani boyutunu öne çıkarır. Kim bilir, belki bugünküler kadar gösterişli yapılar olmasa da, ilk “medrese” tanımını bu geniş perspektifle düşünmek, İslam dünyasının eğitim ve sosyal organizasyon geleneğini daha kapsayıcı gösterir.

Ancak bu yaklaşım da eleştirilebilir: Fiziksel delil ve yazılı belge olmadan, “ilk medrese”yi nereye koyacağımız öznelleşir. Her dershane ya da sohbet halkası “medrese” sayılırsa, sınır çizgisi belirsizleşir; tarihî kronolojiyi saptamak güçleşir.

Neden Farklı Yaklaşımlara İhtiyaç Var?

Asıl mesele şu: Tarih — sadece taş, toprak ve yazıdan ibaret değil. Aynı zamanda insanın iç dünyası, toplumsal dokusu, aidiyeti ve kolektif hafızası. Bu yüzden:
- Sadece “belgeye dayalı” yaklaşım, resmi tarih açısından güçlüdür ama sıradan insanların belleğini, sessiz kültür aktarımını dışlayabilir.
- Sadece “duygusal ve toplumsal etki” odaklı yaklaşım ise demokratik ve kapsayıcıdır; ancak tarihsel kesinlik ve kronoloji açısından tartışmalı olabilir.

Belki “ilk medrese” yoktur — belki ilk medrese, farklı biçimlerde birden çok yerdedir. Ya da “ilk” sorusu anlamlı değildir: Çünkü medrese, bir süreçtir; tek bir kuruluştan ziyade, zaman içinde inşa edilmiş bir kültürdür.

Siz Ne Düşünüyorsunuz? — Tartışmayı Başlatalım
- Sizce “ilk medrese” derken neyi kastediyoruz: resmî binayı mı, yoksa toplumsal eğitim halkasını mı?
- Eğer insanları içine alan her türlü örgütlü eğitim yapılır sayılırsa — taş, vakıf, belge olmadan — kaç farklı “ilk medrese” olabilir? Ve bu yaklaşım tarihi yazarken bizi nasıl zorlar?
- Resmî “ilk medrese” kabul edilen bir kurum varsa, bunun nüfusa, topluma, coğrafyaya erişimi ne kadar genişti? O bağlamda — toplumsal belleği önemsiyorsanız — resmi medrese sayılan bir binadan çok bir köy camiinde, bir sohbet evinde hatta kadınların evlerinde oluşturdukları ders çevreleri çok daha anlamlı olabilir mi?
- Sizce tarih yazımında bu iki yaklaşımı (veri‑odaklı ve toplumsal‑etki odaklı) nasıl dengeli bir şekilde birleştirebiliriz? Hangi ölçütleri kullanmalıyız?

Forumdaşların görüşlerini merak ediyorum. Bu konuyu hem tarihî belgelere dayalı olarak hem de toplumun, insanların gündelik hayatının hafızasında nasıl karşılık bulduğunu konuşalım. Kim bilir — belki “ilk medrese”nin peşinde, sadece taşları değil; unuttuğumuz bir kültürel mirası da yeniden keşfederiz.