Hakimiyetin Kayıtsız Şartsız Millete Ait Olması Nedir ?

KazmaKurek

Global Mod
Global Mod
Hakimiyetin Kayıtsız Şartsız Millete Ait Olması Nedir?

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı 20. yüzyılın başında, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yılları arasında yaşanan toplumsal ve siyasi dönüşümler, "hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması" ilkesini hayati bir önem taşımaktadır. Bu ilke, sadece bir devlet yönetimi anlayışını ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda halkın egemenliğini, özgürlüğünü ve kendi kaderini tayin etme hakkını da vurgular. Peki, hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması ne anlama gelir? Bu kavramın tarihsel kökenleri ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yeri nedir?

Hakimiyet ve Egemenlik Kavramları

Hakimiyet ve egemenlik, bir devletin veya halkın, kendi üzerinde tam kontrol sahibi olma durumunu ifade eden iki önemli kavramdır. Ancak bu kavramlar, yalnızca yönetimsel bir kontrolü değil, aynı zamanda bu kontrolün kaynağını da belirler. Egemenlik, halkın veya devletin iradesinin, başkaları tarafından sınırlanmadan, özgür bir şekilde gerçekleştirilebilmesi anlamına gelir. "Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması" ilkesi, bu egemenliğin, belirli bir zümre ya da kişi grubu yerine, bütün millete ait olduğunu savunur. Bu da, yönetimin halkın iradesine dayandığını ve bu iradenin hiçbir şekilde dışarıdan müdahalelere açık olmadığını ifade eder.

Kayıtsız Şartsız Hakimiyet ve Demokratik Anlamı

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, egemenlik anlayışında büyük bir dönüşüm yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda egemenlik, padişahın mutlak iradesiyle özdeşleşmişti. Ancak, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, egemenlik kayıtsız şartsız millete ait kabul edilmiştir. Bu durum, halkın egemenlik hakkını tamamen elinde bulundurması ve hiçbir şekilde tek bir kişi ya da zümreye devredilmemesi anlamına gelir.

"Bütün egemenlik millete aittir" anlayışı, aynı zamanda bir halkın kendi yönetimini seçme ve değiştirme hakkına sahip olduğunu ifade eder. Modern demokrasi anlayışında halkın iradesi, seçimler yoluyla belirlenir ve devletin yönetimi, halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yürütülür. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da yer alan bu ilke, toplumun kendi geleceğini belirleme yetkisini tek bir kişi ya da bir grup elitin elinde değil, doğrudan halkın elinde tutmasına olanak tanır.

Mustafa Kemal Atatürk ve "Millete Ait Hakimiyet" Anlayışı

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, milletin egemenliğini savunarak bu ilkeleri hayata geçirmiştir. Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından önceki dönemde, halkın haklarını savunarak ve Osmanlı yönetiminin mutlakiyetçi yapısına karşı çıkarak, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu fikrini benimsemiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Atatürk, Anadolu halkını işgallere karşı savunmuş ve milletin iradesine dayalı bir devlet kurma hedefini benimsemiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk, Türk milletinin egemenliğini, demokrasiyi ve halkın iradesini esas alan bir yönetim anlayışını hayata geçirmiştir. Bu anlayışın temelinde, halkın seçimleriyle devletin yöneticilerini seçmesi ve devlete ait tüm yetkilerin millete dayanması vardır. Bu yaklaşım, sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda halkın özgürlüğünü ve onurunu koruma amacını da taşır. Atatürk’ün Cumhuriyetçilik anlayışı, halkın egemenliğine dayalı bir devlet yapısının kurulmasını hedeflemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Hakimiyetin Millete Ait Olması

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasında “halk iradesi” ön plana çıkar. Anayasa, Türkiye'nin bir Cumhuriyet olduğunu ve burada egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ifade eder. Bu maddede, “Türkiye Cumhuriyeti, millî egemenliğe dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak varlığını sürdürür” denilmektedir. Buradaki millî egemenlik, halkın seçme ve seçilme hakkı da dâhil olmak üzere, halkın tüm egemenlik yetkisini devlete ve yönetime yönlendirebilmesidir.

Halkın egemenliği, Türk demokrasi sisteminin temel taşlarından biridir. Bu, halkın özgür iradesiyle devletin yöneticilerini seçebilmesi anlamına gelir ve herhangi bir siyasi yapının halktan bağımsız hareket etmesine imkân vermez. Devletin güçleri, bu ilkeden hareketle, Anayasayla belirlenen çerçeveler içinde halk adına kullanılır.

Egemenlik ve Temsil: Milletin Temsil Edilmesi

"Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması" ilkesinin bir başka boyutu ise, egemenliğin sadece doğrudan halkın kararlarıyla değil, aynı zamanda halkı temsil eden organlar aracılığıyla da kullanılabilmesidir. Bu, temsili demokrasinin bir gereğidir. Türkiye’de halk, egemenliğini doğrudan değil, seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), milletin iradesinin yansıması olarak halkı temsil eder ve yasama yetkisini kullanır. Ayrıca Cumhurbaşkanı da halk tarafından seçilerek devletin yürütme organında yer alır.

Bu sistem, halkın yönetimden dışlanmadığı, aksine seçimlerle ve çeşitli demokratik araçlarla devlet yönetimine katılabildiği bir yönetim şeklidir. Bu, halkın sadece seçimlerde oy kullanarak değil, aynı zamanda toplumsal sözleşme kapsamında da sürekli olarak yönetime katılma hakkına sahip olduğu anlamına gelir.

Sonuç

Sonuç olarak, "hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması" ilkesinin temelinde halkın egemenliğine duyulan derin bir saygı ve güven yatmaktadır. Bu ilke, halkın egemenliğini, özgürlüğünü ve kendi kaderini tayin etme hakkını en yüksek değer olarak kabul eder. Atatürk’ün öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti’nde bu ilke, sadece bir anayasal düzen olarak değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi ve toplumsal bilinç haline gelmiştir. Bugün, Türk halkının sahip olduğu bu egemenlik, demokratik değerlerin korunması ve halkın iradesinin her zaman ön planda tutulması açısından büyük bir öneme sahiptir. Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması, bir devletin halkına duyduğu güvenin ve halkın kendi geleceğini şekillendirme hakkının en somut göstergesidir.